28 Aralık 2024 Cumartesi

 seni ninniler kovalarken buluyorum

 

zeynep sarhan’a

 

 geçmiş, kendisini kurtuluşa yönelten gizli bir dizini de beraberinde taşır. zaten bizden öncekilerin içinde yaşadıkları havadan hafif bir esintiyi biz de duyumsamaz mıyız? kulak verdiğimiz sesler içerisinde, artık susmuş olanların yankısı yok mudur?

 

walter benjamin, pasajlar

 

seni ninniler kovalarken buluyorum,

buğulu otobüs camlarının ardında.

kıvırcık saçlarınla örtünüyorsun

üstüne kalabalıkların.

 

flusun.

tabii, 

seni ikna etmeyeceğim bu konuda.

yağmur yağmıyor, pek romantik değil

yanı başında sarman bir kedi, bu gerçek.

 

ama önce

bir renk seç, damarlarımızdaki kan çekilsin. 

gözlerimiz kamaşsın,

bir poster as. bir beden ve bir ruh olsun içinde. 

vema allemna hüsşiara de

hep beraber esneyelim, üfleyelim, ürperelim.

o vapuru yine bulamadın ama unutmadın. geri alacağız ey! 

yine de o vapurdan diğerine ilk adımı sen at.

sivas deplasmanında takımını kontra atağçıkart.

29c'den in,

mutsuz birini durdur, kolay olsa gerek.

yepyeni bir ruj aldığını ve bilim kurgu filmlerini sevmediğini söyle.

biraz kendini sevdir.

doğum gününü sor.

vedalaş en ünlü silahınla

bir kez daha.

elinde meşale bir tezahürat katıl.

bir slogan at.

ey kadırga! zindankapı! baba cafer! unkapanı! ahırkapı feneri! langa! çingeneler! kürtler! dönmeler! gürcüler! lazlar! çerkezler! tatarlar! arnavutlar ey!

 

göklerin bulutlarından yağ,

saçlarını kızıla boya. 

bir geçit bul.

bir istila başlat.

 

seni ninniler kovalarken buluyorum.

rüyalarımda da,

böylesin, buğularında ardında.

kim bilir kiminle buluşmak için 

şişli'de bir kabalığa karışıyorsun.

kimse tanımıyor yine seni.

yine de kıvır kıvır saçlarınla flusun, güzelsin.

 

bize bozulmuş gıdalar fırlatıyorlar şimdi.

biz de korkuyoruz.

17 Mayıs 2024 Cuma

 o, onun üzgün saati

 

“romanları okur, hayatı eksik yaşarız.”

o.

 

bozguna uğramış bir iletişimin tanıdık yansımaları

ürkütücü bir anıt gibi dikildiğinde önüne

uzaklaşıp sirkadiyen ritimden

salınmaya başlar.

 

göğsüne saplanan taşları yuvarlar.

ardında gaz ve toz bulutu bırakır ilkin

yaşam tutkusu ufalar onu.

bir sise sarılır bir de tekrara

o, onun üzgün saati

 

şimdi bir yıldız akar

ruhunda bir sadelik görkemi

belki dalgın bile değil.

bir masaya dağılmış, unutulmanın eşiğinde

onun whatsapp emojilerine sığmayan enerji yumakları

çok uzaklardan sürüklenmiş canavarların peşinde

nasıl da teleonomik avuntu yorgunu.

ya da yürüyor, lamelif çiziyor

kabukları dökülmüş ağaç kütükleri arasında

gölgesini anımsatan sesiyle üzgün, ne fark eder.


içinde fisyon

sonsuza kadar küsebilirim düşüncesi.

annesinin onüçağustos'ta çektiği bıçak

uyuz karakterin hikâyeyi büyüleyen etkisi 

belki.

bağlanma, dinleme telkinleriyle

ilişmeyin.

o, onun üzgün saati.

11 Temmuz 2023 Salı

Zeynep Sarhan Fanzin (2016)

https://drive.google.com/file/d/1xNs7XpzkOSf4e1HYNelMmyR6MbuN9DGx/view?usp=drive_link

17 Ocak 2023 Salı

Satürn'ün Halkaları

Bazı kitapları okumak için belli bir olgunluğa erişmiş olmak gerektiğine inananlardanım. Alınan her yaşta; farklı bakış açıları, deneyimler ve dönüşümler şüpheli bir paket halinde zihnimizin ortaya yerine bırakılıyor gibi. Şüpheli pakete, tüm prosedürlerin farkında olarak yine de risk alıp yaklaşanlardanım. W. G. Sebald'ın Satürn'ün Halkaları kitabını okumaya başladığımda kendi kendime 'daha var be fatih' dedim 'daha var'. Bu his geldiğinde genellikle kitabı yarım bırakırım. Bir kitabı yarım bırakmak için bu kadar haklı gerekçelere bile ihtiyacım yoktur çoğu zaman. Son 5-6 yılda yarım bıraktığım kitapların sayısı okuduklarımın belki 20 katıdır. Kitap fiyatlarına bakınca bu duruma çok da üzülmüyorum. Yine de Satürn'ün Halkaları'nı yarım bırakmadım. Bu kitapla tanışma hikayem aslında 2017'ye kadar uzanıyor. O zamanlar Mephisto Kitabevi'nin en üst katındaki çay bahçesinde arkadaşlarımızla daha önce sözleşmişiz gibi karşılaşırdık. İlk olarak o zaman M. Ç'nin elinde görmüştüm. Nasıl kitap diye sorduğumda ''çok iyi ama biraz ağır ilerliyor'' minvalinde bir şeyler dediğini hatırlıyorum. 2022 yılında bir gün kendisinin evindeyken kitabı görüp alabilir miyim diye sorduğumda, olur ama geri getir demişti. Aradan 1 yıl geçmiş ve başıma türlü hadiseler gelmişti. Geri vermek için yanımda bulundurduğum ve kitaplığımdan geriye kalan 10-15 kitaptan biriydi. Bir gün önüme düşen bir tivit vasıtasıyla W.G. Sebald'ın Austerlitz kitabının herhangi bir baskısının 800-900 lira civarında olduğunu gördüm. Ben bu kitabı çok yakın zamanda geri vermeliyim diye düşünürken elime aldım ve okumaya başladım. Satürn'ün Halkaları, İngiltere'nin Suffolk kentinde yürüyüş yapan bir yolcunun karşılaştığı mekanları, o mekana yani insanlığa özgü kötü hatıraları ve geçmişin sayfalarında saklanmış kişileri anlattığı bir tarihi yolculuk aslında. Anlatım tekniği karşısında ise büyülenmemek elde değil. Çocukluğumdan beri ders esnasında, kitap okurken, film izlerken düşüncelere dalarım. Öyle ki sonunda geldiğim yere nasıl ulaştığımı anlamak için düşüncelerimi geriye doğru sarmakla bile uğraşırım. Satürn'ün Halkaları'nda 140. sayfaya geldiğimde bir dakika ya ben ne okuyorum böyle dedim. Gerçekten ne okuduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu. Çoğu zaman böyle durumlarda 2-3 sayfa geriye ya da konunun başladığı yere kadar giderim. Kelimeler ve cümleler her seferinde tanıdık gelir ama ne anlatıldığı hakkında hiçbir fikrim yoktur. Bu sefer durum farklıydı. Kitaba baştan mı başlayacaktım. Baştan başlamak yerine devam etmek istedim. Nitekim bitti de. Kitabı bir daha okuyacağımın farkındayım. Bu yüzden mektup yazmak istedim kendime. Bundan 10-20 yıl sonra yine bu kötü cümleleri kuracak mıyım diye merak ediyorum. 

''Yaklaşık on yıl önce Clarahill'deki dükkana ilan yapıştırdığımızdan beri yolu buraya düşen ilk müşterimiz sizsiniz, dedi Mrs. Ashbury. Ne yazık ki ben doğuştan beceriksiz, sonsuza dek düşüncelerle cebelleşmeye mahkum bir insanım. Aslında biz hepimiz, yaşama becerisi olmayan hayalperestleriz, çocuklar da benden farklı değil. Bazen sanki biz bu dünyada hiç var olmamışız ve hayat da sürüp giden büyük ve açıklanamaz aptalca bir hataymış gibi geliyor bana. Mrs. Ashbury hikayesini tamamladığında, bu hikaye bana yapılan sessiz bir davetmiş gibi geldi, sanki onların yanında kalabilir ve masumiyeti her geçen gün artan yaşamlarını onlarla paylaşabilirdim. Ama bunu yapmayışım, kendimi bundan mahrum bırakışım, bugün bile zaman zaman ruhuma gölgeler düşmesine neden oluyor. Ertesi sabah vedalaşma zamanı geldiğinde, uzun bir süre Catherine'i aramak zorunda kaldım. Sonunda güzel avratotlarının, kediotlarının, melekotlarının ve ışkınların her yeri sardığı sebze bahçesinde onu buldum. Oraya geldiğim ilk gün giydiği kırmızı yazlık elbisesi vardı üzerinde, yüksek tuğla duvarlarla çevrili bahçenin bir zamanlar merkez noktası olan dut ağacının gövdesine yaslanmış duruyordu''

3 Ocak 2023 Salı

ikinin tarihi

 



ne yalın hali yaşamanın

ne de gibi düşün sağlığımı

utanır kütle çekimsel dalgaların ardında, 

nasıl ki insan 

koşa koşa kelimelerle yaratıldıysa

yapayalnız bir kelimenin yanında

biliyorum sen de

aşırıya kaçmadığımda, diyelim yanımdasın. 

 

balinaların nefeslerini dönüştürürsün mırıltılara

gülerken ağzını kapattığında.

diyelim bir kış yitersin

peşinde ihtimaller

gözlerinde öfkeli

ve hareketli heykeller

cebinde kerpiç evler

üstünde orak, çekiç

içinde ölü askerler

belki insanlığımıza dair şeyler biriktirirsin

 

iki tanrı arasında düz bir doğru (yoksa) 

iki tanrı ikiden, ikimizden bir boşluk ayırsa

nostalji unutsa ikimizi bir masada

yaz akşamlarının yaz akşamlarına fısıldadığı diyelim insanlığımıza dair şeyler hakkında

 

uyusam

uyansan

atmosferde izini kaybetsem

bakışların bir sis gibi yayılsa

dağınık korkular ve yıldızlar arasında

sesin anahtarları, anahtarlar eşikleri 

eşikler, nefreti

nefret bizi, bugüne alıştırdığında

sesim çatallaşırsa

hatırla, 

diyelim göz kapaklarında

diyelim yanaklarımızda

 

kapıları açılmış bir daha hiç yargılanmamış

bir masal dinlemek istemişsin aslında, merhaba*

 

 

 

* öpücük

13 Ağustos 2019 Salı

yakının tarihi



hırpalar kelime, ilklerin dürtüsü
yalpaladıkça hayvanların ölçü birimi
gölge de uzaklaşır aklınca
ve ışık hep arada,
dansa kaldırılmış birbirine paralel
iki doğru gülüşün
dişler geçilmediğinde başlattığı oyun
ki geyikler adımlarını hep aynı hisle atar.

uluorta beklemek kumbarasıdır
yakalanma heyecanının,
timsah adımları kadrajı aynı öfkeyle yargılar.
dokunmak
savrulmanın ve şekil almanın
theoria’nın ve damarlardaki basıncın
stoacıların ve emlakçıların
kuşandığı ritim, hükümsüz fısıldaşma
böylece icat edildi dil, kalp yerine
karıncaların öptüğü verimli topraklarda

saçların erişemediği ters açı
iki homo ludens
hırpalar ve hatırlatır
da erişilemeyen bilinç akışı
bileklerin kıskaca aldığı kaygı
biriken titreme, toz
değil, binlerce yıldır aynı arzu
kaçmak isterken öpülmeli
beni öp diyen
benekli kedi adımları, sonrasında çöl

14 Şubat 2019 Perşembe

çaresizliğimizin hazzı




sırala yüzüme. önünden kaç pencere geçti.
bir duvar çatlağını izler gibi donuklaştır şimdi.
anlat zamanın varsa ötekinin şehrini
buharın ve kelimenin durgunluğunu
geceleri tütün sarmalarını, hastanelerde bebek çığlıklarını
çin’de reenkarne olmayı düzene sokmalarını,
sıkıntıdan taşa tekme atan kaplan görmedim.


öğrendim, nesnelerin bez dolaplardan farkı yoktu.
çoğunlukla bir renkti. eriyorlardı. tasavvuf ettim.
ikindileri ve nefes alıp vermeyişleri vardı.
duydum, yaratılmışların da çoğunluktan bir farkı yoktu.
her günü bir öncekine hazırlamaları
kıtaları birbirinden ayırırken
çağı toprağa dökme çabaları
kulaklıkları ve jazzsız duyguları
perdeleri en çok da perdeleri ve gözyürüyüşleri.


her çağ erteleyişlerimize yeni bir soluk getirirken
çaresizliğimizin hazzını izlemek için sinemalar vardı.
o herkesin toplandığı yerde kulaklarımı kapamıştım.
çünkü hazzı çağıran o büyük koroda ben de vardım.





                                                                                                   *Şerhh Dergisi / 2016